' HOŞGELDİNİZ '

HOŞGELDİNİZ buradan ayrılamayacağınızı temenni ederim iyi eğlenceler...


Bu Blogda Ara

24 Şubat 2010 Çarşamba

Çağının ötesinde sıradışı bir hükümdar: Sultan 2. Mehmed'in Sanat anlayışı

Çağının ötesinde sıradışı bir hükümdar: Sultan 2. Mehmed'in Sanat anlayışı

Sultan 2. Mehmed’in, büyük Rönesans üstadlarından Michelangelo'yu Topkapı Sarayı’na davet ettiği ve bu davetin memnuniyetle kabul edildiği biliniyor; lakin, bu büyük üstadın ziyareti Papa 5. Nicolas’nın müsadesine takılmış ve gerçekleşememişti. (De Osa, 1982) Yine de aynı dönemin ünlü ressamı Gentile Bellini (Fatih’i resmeden ilk ressamdır) ve madalyon sanatçısı Costanza Di Moysis ( Costanzo Di Ferrara olarak da bilinir) sarayda ağırlanmışlar ve 2.Mehmed tarafından patronize (himaye) edilmişlerdir. Fatih’in batının yaşam tarzına ve sanatına olan ilgisini örneklendirmeye devam edeceğim, ama şimdi şu soruyu sormak gerekiyor: Böylesine büyük bir ‘müslüman’ hükümdarın, İslami inanışın yasakladığı aktivitelere olan ilgisi nereden kaynaklanıyordu?


(1480) Gentile Bellini'nin 'Sultan Fatih' portresi tipik bir Rönesans eseridir. Üzerinde bulunan 7 adet taç, Fatih'in 7. Osmanlı padişahı olduğunu simgeliyor. Bugün Londra Ulusal Galerisi'sinde sergileniyor

'Fatih'leşme Sürecinde Şehzade Mehmed
Osmanlı başkenti Edirne'de doğan (Adrianople) Mehmed, yaşamının sultan olmadan önceki bölümünü sırasıyla Amasya, Manisa ve İzmir'de eğitim görerek geçirdi. Geleneksel olarak Arapça ve Farsça-ki bu dil dönemin seçkinlerine hitap eden bir edebiyat diliydi-eğitim görsede Kuran'ı güçlükle ezberleyebilen Mehmed’in Latinceye olan ilgisi hocaları tarafından not edilmiştir. Aynı dönemden diğer bir anekdot ise; genç sultanın kutsal logolar (Antik Yunan felsefesinde kainatı tertipleyen kutsal emir) ve insanın kutsallığı hakkında heterodoks sayılan (din dışı, dine aykırı) fikirler yayan Hurufi derviş misyonerlere yakınlığıdır.(bknz:Hurufilik) Bu durumu fark eden babası-Sultan 2.Murad-tespit edilen misyonerleri kanlı şekilde ortadan kaldırtmıştır. (Raby, 1982) Mehmed ayrıca hayatını araştıran akademisyenlere iki önemli ipucu daha bırakmıştır. Bunlardan birincisi ders notlarıdır: Mehmed medresede eğitim gördüğü dönemde standart ders notlarını kaydettiği kağıtlara, ‘cross-hatching’ (Avrupa’da Rönesans sanatçıları tarafından uygulanan bir çizim tekniği) tekniğiyle insan ve hayvan portreleri çizmiştir. Bu genç adamın, yaşadığı ülkede bilinmeyen bir resim formatını yine bilinmeyen bir teknikle icra etmesi O’nun yalnız garp medeniyetlerine olan merakına ve o medeniyetlerin kendisi üzerindeki etkisine değil, global ölçülerde gözlemci niteliğine ve geniş vizyonuna da işaret ediyordu elbette...


Genç sultanın portre 'deneme' leri batı sanatına olan ilgisini belgeler nitelikte. Eserler bugün Topkapı Saray Müzesi'nde sergilenmektedir


1453 ve sonrası

Yeryüzünde bin yıldan fazla hüküm süren Bizans İmparatorluğu'nun doğudaki son parçası Constantinople'yi alması, Sultan 2. Mehmed'e henüz 21 yaşında 'Fatih' (the Conqueor) ünvanını kazandırmıştı. Dünyayı değiştiren bu olay, Osmanlı halkında ve sosyal yaşantıda da önemli değişimlere/gelişimlere ön ayak olacaktı. İstanbul’un fethi; Osmanlıların metropolitan Bizans kültürü ile tanışmaları ve etkileşimde bulunmaları suretiyle, birçok anlamda ufuklarının genişlemesini sağlayacaktı. İşte tam bu noktada Sultan 2.Mehmed ikinci ipucuyla ortaya çıkmaktadır: Rönesans sanatçılarına gönderdiği davet mektupları..!! Sultan, ganimet olarak ele geçirilen Bizans İmparatorluğu’nun bilgi ve belgelerinin incelenmesi sırasında, imparator John 8.Palaeologus’un çehresinin madalyon üzerine işlendiği birtakım eserlerle karşılaşmıştır. Hayran kaldığı bu eserlerde kendisinin de temsil edilmesini isteyen sultan, İtalya’ya gönderdiği mektuplarda; bu sanatçıları, patronize edildikleri krallardan Osmanlı ülkesine göndermelerini buyurmuştur. Nihayet Costanzo Di Moysis, Napoli Kralı Ferdinand tarafından kesin olarak bilinmeyen bir tarihte İstanbul’a gönderilmiştir. (o yıllarda İtalya-İstanbul yolculuğu ortalama 3 ayda tamamlanıyordu) Böylece Sultan Fatih, madalyon üzerinde temsil edilen ilk ve tek müslüman hükümdar oluyordu.


Sultan Fatih'in hayrankaldığı söz konusu madalyonda John 8. Palaeologus
Ünlü ressam Gentile Bellini ise ‘Sultan Portresi’ ile ilk kez bir Osmanlı sultanını resmedilmiş kılıyordu, ancak, sultanın Bellini’den birtakım farklı istekleri de vardı. Kendisinden, ‘hıristiyan relikleri’ koleksiyonuna dahil etmek üzere Meryem ve oğlu İsa başlıklı bir çalışma ele almasını buyurmuştu. (bknz:Madonna and Child) Koleksiyondaki diğer parçalar arasında mermer heykeller, kral taçları, somaki lahitleri, kutsal Doğu Roma relikleri, Roma imparatorlarının heykel temsilleri, Yunanca ve Latince el yazmaları bulunmaktaydı. (Necipoğlu,2000)



Bugüne kadar 'Meyrem ve İsa' konulu sayısız eser ele alınmıştır. Bu resmi diğerlerinden ayıran özelliği bür müslüman hükümdarın emriyle yapılmış olmasıdır

Sultan Fatih’in, saray içinde Venedikli ve Fiorentinalı sanatçılar için bir atölye oluşturduğu biliniyor. Böylelikle Sultan, Topkapı Sarayı’nı İtalyan stiliyle tanzim ve tertip ettirmiş oluyordu. Topkapı Sarayı’nın bir çok mekanı o dönemde oluşturulmuş olup Fatih’den sonraki 400 yıl boyunca hiçbir ciddi değişikliğe gidilmemiştir. O’nun döneminde saray ‘cennet bahçesi’, ‘fantaziler dünyası’ gibi birtakım sıfatlar edinmiştir. Bu atölyelerin oluşturulmalarının bir diğer amacıysa; devşirme müslüman zanaatkarların eğitilmeleri olmuştur. Bu kapsamda ressam Sinan ve Şiblizade Ahmet, mimar Sinan-ı Atik (eski adı Christodoulos) gibi ustalar saraya hizmet vermeye hazır hale getirilen kişilerdir. Hatta atölyedeki Avrupalı sanatçıların sultana ‘Roma İmparatoru’ şeklinde hitap ederek bir anlamda dalkavukluk ettikleri de kaydedilmiştir. (Necipoğlu, 2000)


(1480) İtalyan sanatçılar tarafından eğitilen müslüman devşirme sanatçı Şiblizade Ahmet tarafından yapılan eser, 'cross hatcing' tekniğinin mükemmel örneklerindendir. Sultanın kokladığı görülen gül; saltanat, güç, sonsuzluk gibi bir takım simgelerin külliyatıdır. Dikkat edilmesi gereken diğer bir noktaysa oturuş şeklidir: Bağdaş kurarak oturmuş şekilde resmedilmek yalnız sultanlara mahsustur. Eser bugün Topkapı Saray Müzesi'nde ziyarete açıktır.

Bunlar olurken, önemli bir gelişme daha yaşanıyordu: Sultan, kendi adına anıtsal bir cami yaptırmak istiyordu: Fatih Camii Külliyesi. Bu külliyenin yapımı için Sinan-ı Atik’in yanısıra Bolognalı ünlü mimar ve mühendis Filarete’yi görevlendiriyordu. Külliye ortadoks inançların tamamen dışında ve tam bir evrensellik simgesi olarak inşaa edilecekti. Sultan, Ayasofya’nın (eski adı Santa Sophia) mimari stilinin, o günün modern yapı anlayışına uygun şekilde replike edilmesini istiyordu. Yapının simetrik oluşumu, Filarete’nin Milan’da yaptığı Ospedale Maggiore den öykünmeydi. Bunun yanısıra Sultan, Filarete’nin ‘Avrupai’ tarzda yıldız şeklindeki ‘Büyük Kale’ projesini de hayata geçirmişti. 20 yıldan biraz daha uzun bir süre boyunca İstanbul’da, dünyanın Donjon of Coucy’den sonraki en büyük kalelerini yaptırmıştır. (Rogers, 2005)


1470 yılında yine bir İtalyan sanatçı tarafından yapılan oyma işi 'EL Gran Turco' adlı portre ( büyük Türk) son derece ilginçtir. Sultan Fatih bu kez bir korsana benzetilmiştir, şapkası normal şartlarda asla müslüman bir hükümdarın temsilinde kullanılamaz zira. Bazı akademisyenler şapkanın üzerindeki ejderhanın 'Avrupa'nın belalısı' oluşunu simgelediğini düşünürler. Eser Staatliche Museum zu Berlin'de sergilenmektedir


Sultan Fatih’in Patronajı
Elbette Fatih, yalnız koleksiyonları konusunda değil, patronize ettiği sanatçılar konusunda da eklektik bir dünya görüşüne sahipti. Bu noktada Sultanın karanlık yüzü ortaya çıkmaktadır: Fatih Camisi Külliyesi’nin yapımı ile ilgili memnuniyetsizliği nedir bilinmez ama, Sinan-ı Atik bu memnuniyetsizliğin kurbanı olmaktan kurtulamamıştır. Sultanı memnun ettiği dönemlerde ödüllendirilen sanatçıların, ilk başarısızlıklarında ölümle cezalandırıldıkları bilinen bir gerçektir. Bu özelliğiyle Sultan Fatih kötü bir şöhret edinmiştir. Her ne kadar Bellini ve Costanzo memnuniyet verici hizmetlerinin karşılığını sultanın kendilerine ihsan ettiği ‘şovalye’ ünvanıyla alsalar da, bazı gayrimüslim sanatçıların ortadan kaybolmaları, ülkelerine dönememeleri infaz edildiklerini düşündürmektedir. Bellini ve Costanzo’nun maneviyatına paha biçilmez bu ünvanın yanısıra türlü maddi zenginlikle memleketlerine döndükleri de atlanmamalıdır. (Raby, 1982)


Costanzo'nun Sultan Fatih'i Antik Yunan tanrısı olarak betimlemesi ancak sultanın izni yada emriyle mümkün olabilirdi. Anlıyoruz ki Sultan Fatih bu şekilde temsil edilmekten memnun olmuş. Ön yüzde genç bir adam görüntüsü, arka yüzdeyse elinde gücü ve sonsuzluğu simgeleyen bir meşale tutan sultan yere uzanmış görünmektedir. Madalyonun etrafında 'büyük ve hayranlık uyandıran Türk hükümdar' yazmaktadır. Eser bugün The Ashmolan Oxford müzesinde sergileniyor


Koleksiyonlara ne oldu?

Sultan Fatih’in İslami inançlarla bu derece ters düşmesi oğulları tarafından, haklı ya da haksız, acımasızca eleştirilmesine ve suçlamalara maruz kalmasına sebep olmuştur. Örneğin Sultan 2.Bayezid babasını Hazreti Muhammed’e inanmamakla suçlar. Bunun bir suç olup olmadığı tartışıladursun, Fatih’in ne kültürel ne de dini kalıplara sığmayan estetik kaygısı sayesinde İstanbul dünyanın en güzel başkentlerinden biri haline getirmiştir. Konuyu başka bir yazıda detaylandırmak mümkün, ama şimdilik koleksiyonların kaçınılmaz akibetinden bahsederek veda edelim: Dindar bir sultan olarak ulemanın (din adamlarının oluşturduğu cemaat, halk üzerinde etkili oldukları bilinmelidir) desteğini arkasına alan Bayezid, tüm portre ve madalyaları, sanatçılarının ülkesine geri göndermiş, bir kısmını satmıştır. Bu eserleri, Fatih’ten sonra başa geçmesi muhtemel kişi olan kardeşi Cem Sultan’ın İtalya’dan İstanbul’a gelmesinin engellenmesi için rüşvet olarak gönderdiği de rivayet edilir.
Kaynaklar:
  • J.M. Rogers, "Mehmed the Conquerorv : Between East and West " , Bellini and the East, London, 2005, 80-97
  • J. Raby, " A Sultan of Paradox : Mehmed The Conqueror as the Patron of the Arts", Oxford Art Journal, 1982, 3-8
  • G. Necipoğlu, " Serial Portraits of Ottoman Sultans in Comparative Perspective", İstanbul, 2000, 22-61
  • De Osa, V., Sinan :The Turkish Michelangelo, New York, 1982
okuma önerisi: Coral, M., Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım, İstanbul, 2008.

Bu kadın 1300 yaşında

Bu kadın 1300 yaşında



Peru'da kazı yapan arkeologlar İnka Uygarlığı'ndan da önce yaşayan bir kadının mumyasına rastladılar.


Huaca Puclina kazı bölgesinde uzun zamandır devam eden kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkan lahitlerin inka uygarlığı öncesindeki kabilelerin yaşadığı dönemlere ait olduğu belirtildi.

Arkeologlar yaptıkları kazı sırasında mumyalaşmış insan bedenlerine ulaştılar. Toplam 30 bedene ulaşan arkeologların ortaya çıkardığı son kadın mumyasının bütün şekliyle korunabilmiş olduğu ifade edildi.

Aynı bölgede daha önce de benzer mezarlar ortaya çıkardıklarını ifade eden Kazı yöneticisi Isabel Flores: 'Daha önce bulduğumuz insan bedenleri çok yıpranmış, delik deşik olmuş cesetlerdi. Hiç bu kadar bozulmamış ve bütün halde kalmış bir bedene rastlamamıştık.' şeklinde bir ifadede bulundu.

Bir kadın bedenine olduğu çok net biçimde algılanan kalıntının çok hassas bir çalışma sonucu ortaya çıkarıldığını belirten Flores, bulunan mumyayı önce ince kağıtlara sardıktan sonra hassas bir şekilde düz bir tahta zemin üzerine aldıklarını belirtiyor.

Hafta başında başka iki yetişkin mumyasına daha ulaştıklarını belirten kazının başka bir görevli uzmanı Miguel Angel durumu 'Böyle birşeyle karşılaşacağımı kesinlikle tahmin etmezdim. Bu kadın mumyasıyla ilk göz göze geldiğimde iri gözlerinden bir anda irkildim fakat daha sonra vücudunun alt kısmı da ortaya çıktığında gerçekten mumyanın bir doğa harikası olabileceğini düşünmekten kendimi alamadım' şeklinde yorumluyor.

Huaca Pucliana'da uzun süredir yoğun çaba harcadıklarını söyleyen Flores, küçük çocuk mumyalarının genellikle büyük yetişkin kadın mumyalarının yanıda yer almasını gelişmiş aile bağlarına bağlıyor ve modern Lima kentinin altında belki de buna benzer yüzlerce mezarın olabileceğini söylüyor

Erkeklerin ‘söz dinlemeyen’ kadınlara uyguladıkları şiddet yöntemleri

Erkeklerin ‘söz dinlemeyen’ kadınlara uyguladıkları şiddet yöntemleri

Bu fotoğraflara iyi bakın!

Bazı eyaletlerinde şeriat kurallarının hakim olduğu ve cehaletin kol gezdiği Pakistan’da kadın olmak çok zor. Erkeklerin ‘söz dinlemeyen’ kadınlara uyguladıkları şiddet yöntemleri arasında yüze kezzap atmak en yaygın olanı. Aşağıda fotoğrafları görülen kadınlar sadece kadın oldukları ve seslerini yükselttikleri için yobaz, cahil erkekler tarafından bu hale getirildi.


Fotoğraflar: Ass



Bu fotoğraflara iyi bakın!

IRUM SAİD


Şu anda 30 yaşında. Kezzapla yakıldığında 18 yaşındaydı. Evlenmeyi reddettiği erkek caddenin ortasında vücuduna kezzap attı. Kör oldu. Yüzü, sırtı ve omuzları yandı. Tam 25 kez ameliyat oldu ve ancak bu kadar düzelebildi.




Bu fotoğraflara iyi bakın!

ATİYE HALİL


3 yıl önce 13 yaşındayken komşularının yaşlı bir akrabası Atiye ile evlenmek istedi. Ailesi kabul etti. Ama Atiye daha küçük olduğunu belirtip bu isteği reddetti. Reddedilmeyi kendine yediremeyen erkek, Atiye’yi kezzapla yaktı.




Bu fotoğraflara iyi bakın!

NECEF SULTAN


5 yaşında uyurken babası tarafından yakıldı. Çünkü baba Pakistan’da değersiz olarak kabul edilen bir kız çocuk daha istemiyordu. Necef yaralarının iyileşmesi için 15 kez ameliyat oldu. Şu anda 16 yaşında 2 gözü kör ve yüzü iskeleti andırıyor.




Bu fotoğraflara iyi bakın!

SABİRE SULTAN


Şu anda 30 yaşında olan Sabire, kocası tarafından yakıldı. Kocası, bir kavga sonucunda Sabire’nin yüzüne kezzap attı. Sabire bu olayı yaşadığı zaman hamileydi. Bir başka deyişle hamile olması bile onu koca ?iddetinden kurtaramadı.




Bu fotoğraflara iyi bakın!

SAİRA LİYAKAT


Şu anda 26 yaşında olan Saira, 15 yaşındayken evlendirildi. Evliyken okula devam etmek, mezun olmak istedi. Ama kocası Saira’nın bu isteğini yüzüne kezzap atarak cezalandırdı. Saira eski fotoğraflarına bakarak avunuyor.




Bu fotoğraflara iyi bakın!

ŞAMİM AKTER 18 yaşındaki Şamim’in yüzüne, 3 yıl önce sokakta yürürken tanımadığı 3 erkek kezzap attı. Erkekler, bir kadının sokakta tek başına yürümesini şeriata aykırı bulmuşlardı. Bu yüzden de kendilerine göre Şamim’i kezzap atarak cezalandırmışlardı.

"Çırılçıplak evlilik olur mu?" demeyin. Oluyormuş.

"Çırılçıplak evlilik olur mu?" demeyin. Oluyormuş.

Hayalgücünün sınırları bu kadar zorlanabilir mi?

Japonlar bu konuda iddialı, işte bir gelinle damat bütün aileyi ikna edip çırılçıplak bir düğün yapmışlar.

Genciz, güzeliz şimdi soyunmassak bir daha ne zaman deyip, muhteşem gelinlik ve damatlık yerine anadan üryan misafirlerini karşıladılar.









22 Şubat 2010 Pazartesi

Asansöre 4 kişi binip 5 kişi indiler

Asansöre 4 kişi binip 5 kişi indiler



İngiltere'nin Dorchester kentinde hamile kadın, bebeğini hastanenin asansöründe doğurarak ülke tarihinde bir ilke imza attı.


Kocası tarafından doğum sancısıyla hastaneye kaldırılan 25 yaşındaki Rebecca Rodwell, doğum bölümünün olduğu kata çıkamadan saniyeler içinde bir bebek dünyaya getirdi.


Sabah gazetesinin haberine göre; doğuma asansörde tesadüfen bulunan bir hemşirenin yardım ettiğini belirten, Rodwell "Kızım Hannah'ın nasıl dünyaya geldiğini ben bile anlamadım. Her şey birkaç saniye içinde olup bitti. Asansörde bir hemşire bulunması büyük şanstı" dedi.

Sakallı kadınlar şaşırtıyor

Sakallı kadınların hayatları şaşırtıyor.




ANNIE JONES

Annie Jones en güzel ve trajik sakallı bayanlardan biri.

19 yaşındayken çekilen üstteki fotoğrafta görülen Annie Jones, 14 Temmuz 1865'te Virjinya'nın Marion kentinde doğdu. Doğduğunda başından ayak parmağına kadar ince, koyu renkli tüy tabakası ile kaplıydı. 9 aylıkken bolca sakala sahipti. Bu sakalları bir şovmenin ilgisini çekti. Ailesi diğer 11 kardeşine para gerektiği için Annie'nin şovmenle birlikte tura gitmesine izin verdi. 9 yaşına kadar annesi de yanında kaldı. Daha 1 yaşındayken bu yolla haftada 150$ kazanıyordu. 15 yaşında sirkte çalışan Richard Elliot'la evlenen ve 5 yıl evli kalan Annie'nin evliliği kocası çok soğuk davrandığı için bitti. İkinci evliliğini yine sirkte çalışan William Donovan'la yapan Annie eşi ile birlikte Avrupa'ya gitti. Avrupa'da eşi ölünce sirke geri döndü ve haftada 500$ kazanmaya başladı. 22 Ekim 1902'de ölen en güzel sakallı kadın Annie sakalları kesilmeden gömüldü.




BARONESS SIDONIA DE BARCSY

Barchy, 1 Mayıs 1866'da Budapeşte'de doğdu.

19 yaşına kadar sakalları olmayan Barchy'nin, oğlu Nicu'yu dünyaya getirdikten 12 gün sonra sakalları çıkmaya başladı. Eşi ile birlikte 1890 yılında Avrupa'ya gitti. Dünyanın tek sakallı annesi olarak yaklaşık 400 $ kazanmaya başladı. 1912 yılında eşi hastalandı ve öldü. Tekrar evlenen Barchy'e ikinci eşi kötü davranıyordu. Bir süre sonra eşi Texas'a giderek Barchy ve oğlunu terketti. Barchy diabet hastalığı ile yıllarca uğraştı ve 19 Ekim 1925'te öldü.




GRACE GILBERT

Grace Gilbert 2 Şubat 1876'da Ohio'da doğdu. Doğduğunda ince tüyleri vardı fakat birkaç yıl içinde sakalları çıktı. 1901 yılında imzaladığı kontratla profesyonel sakallı bayanlar arasına katıldı. Özel hayatında sürekli pantolon giyip bayanlar yerine erkekler ile arkadaşlık ediyordu. 1910 yılında 53 yaşında köse bir çiftçi ile evlendi. Öyle ki nikah memuru düğün sırasında Grace'i damat eşini de gelin sandı. 11 Ocak 1924 yılında nedeni belirsiz bir şekilde öldü.




CHRISTINE

Gençlik yıllarında kendine has güzelliği olan Christine, genç bir çifti ile evlendi. Oğlu doğduktan sonra çenesinde tüyler çıkmaya başladı. Tıraş oldukça bu tüyler sakala dönüştü. Sakalından kurtulmak için binlerce dolar harcadı fakat başarısız oldu. Eşi hastalanıp çalışmaya devam edemeyince sakalları yüzünden eşini hasta ettiğini düşündü ve kendini suçladı. Oğlunu eşine bırakarak karnaval şovlarına katılmaya karar verdi. Yeterli parayı kazandıktan sonra tedavi oldu ve sakallarından kurtuldu.




JANE W. DEVERE

Jane 1859 yılında doğdu. 1883 yılında bir şovmenle evlendi. Hala dünyadaki en uzun sakallı bayan rekoruna sahip olan Jane, 1912 yılından kalp krizi geçirerek öldü.




FRANCES MURPHY

Frances 1910 yılında doğdu. Frances Amerika'da doğan bir transeksüeldi ve bayan olmak onun için zordu. Toplum içinde bayan kıyafetleri giymek için mahkemeden izin almıştı. Kariyer fırsatları görünüşü yüzünden sınırlı olduğu için sirkte çalışmaya başladı. New York'ta çalışan bir kuaför tarafından metroda tacize uğradı. Olay mahkemeye intikal etti. Hakim Frances'in bayan olduğuna inanmadı ve hastane raporu istedi. Rapora göre Frances'in transeksüel olduğu ortaya çıktı ve yalancı şahitlikten tutuklandı.




REBECCA WESTGATE

Rebecca 1824 yılında New York'ta doğdu. 1841 yılında Lyon isimli bir genç ile evlendi. 44 yaşına kadar mutlu bir hayat süren Lyon'ın o yaşında sakalları çıktı. Arkadaşlarının ısrarı ile sakallı bayanların arasına katıldı. Daha sonra Chicago'ya bir müzede çalışmaya gitti. Rebecca yaklaşık olarak 10 yıl çalıştıktan sonra 56 yaşında öldü.




JOSEPHINE BOISDECHENE

Joséphine 25 Mart 1831 yılında İsviçre'de doğdu. Doğduğunda kalın ve koyu renkli tüyleri vardı. Doktor bu tüylerin zamanla döküleceğini söylese de, aksine tüyleri daha çok uzayıp sertleşti. Ailesi tedavi için Joséphine'nin 8 yaşına gelmesini bekledi. 8 yaşına geldiğinde sakalları iyice uzamıştı. Doktorlar bir tedavi bulamadı ve Joséphine'in sakalları öylece kaldı. Annesi öldükten sonra babası Joséphine'e gelen teklifleri değerlendirdi ve 1849 yılında Joséphine bir şovmen ile çalışmaya başladı. 18 yaşına geldiğinde evlendi ve 1851 yılında bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Bebeği annesi gibi tüylü değildi. Kızı sadece 11 ay yaşayabildi ve kızı öldükten 2 ay sonra Albert isimli bir oğlu oldu. Albert annesi gibi tüylü bir bebekti ve bu şovmenlerin ilgisini çekti. Bir müzede birlikte çalıştılar. Joséphine 1875 yılında öldü.




MALVINA EMILY PERRY

1881 yılında bir gemide doğan Emily Baltimore'da ilk denizci belgesine sahip bayan kaptandı. 13 yaşına kadar sakalları yoktu. Sakalları çıktıktan sonra sirkte çalışmaya başladı. Sirk kariyeri boyunca 4 kere evlenen Emily'nin üçüncü eşinden 3 tane çocuğu oldu. Oğlu ile ilgilenmediği için mahkemeye çıktı. Hakim Emily'nin bayan olduğuna inanmayınca yalancı şahitlikten hapishaneye gitti. Hapishaneden çıktıktan sonra gemilerde çalışmaya başladı ve sonunda Baltiomore'a oğlunun yanına döndü. 26 Şubat 1934 yılında öldü ve oğlu evlat edinildi.




ADELE KIS

Adele Kıs 1884 yılında sakallı olarak doğdu. Evlenen ve eşiyle birlikte sirkte çalışan Adele bir gün uyurken arkadaşı sakallarını kesti. Bu olaydan aldığı tazminat ile Budapeşte'ye döndü ve 1934 yılının Ocak ayında burada öldü.




ZOLA WILLIAMS

Diğer sakallı kadınlara oranla daha şişman olması ile dikkat çeken Zola Williams tiroid sorununa bağlı olarak saç dökülmesi ve obezite sorunu yaşadı. Bu onun daha erkeksi görünmesine neden oldu. En önemli iddiası ise tek gerçek sakallı kadın olduğunu söylemesiydi. Diğerleri gibi Zola'da 1950'li yıllarda sirkte çalıştı.

21 Şubat 2010 Pazar

Mamutlar hayata dönebilir mi?

Mamutlar hayata dönebilir mi?

Mamutlar Hayata Dönebilir mi? Japonya’da Riken Araştırma Enstitüsü’ndeki uzmanlar, -20 Santigrat derecede 16 yıldır korunan fare hücresini kullanarak canlı bir fare üretti.

Bu araştırma, geçmişte yaşayıp soyu tükenmiş olan hayvanların yeniden dünya üzerinde dolaşmasını sağlayabilir.


Araştırmacılar ölü hücreden aldıkları hücre çekirdeğini canlı bir farenin yumurtasıyla birleştirdiler. Bunun sonucunda dişi farenin karnında büyüyen yavru normal hamilelik süreci sonucunda dünyaya geldi.


Daha önce bu konuda yapılan denemeler başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ancak Riken’de çalışan Profesör Wakayama ve ekibinin geliştirdiği teknik sayesinde donmuş hücreden çekirdek çıkarımı yapılabildi.


Soyu tükenmiş hayvanları yeniden hayata getirmenin önündeki en büyük engel, alınan örneklerin, canlı bir hayvanın üreme hücreleriyle birleştirerek canlı hayvanda doğumun gerçekleştirilmesi zorunluluğu. Söz gelimi bir mamutun üretilmesi için, mamuta en yakın hayvan olan filin üreme hücreleriyle donmuş hücreden alınan çekirdeğin birleştirilmesi ve filin rahmine yerleştirilmesi gerekiyor. Bir filin başarılı bir hamilelikten sonra bir mamut yavrusu doğurup doğuramayacağı da belirsiz.


Kopyalanan hayvanların, türlerin yapısını ve sağlığını bozabileceği yönünde endişeler var. Ayrıca eğer kopya hayvanlar besin maddesi olarak kullanılırsa, bunun da insan sağlığını tehdit edebileceği öne sürülüyor.

Aşk Adası

Aşk Adası
Adanın sahipleri, adalarının kalbe benzediğini bilmiyorlardı, ta ki Google Earth keşfedene kadar.

DailyMail gazetesinin haberine göre; Hırvatistan yakınlarında bulunan Galesnajk Adası'nın şekli tıpa tıp kalbe benziyor.


Adanın sahibi Vlado Juresko, "Bu ada bize büyüklerimizden kalmıştı. Ama Google Earth'de şeklini görünce gözlerime inanamadım. Artık adanın adı Aşıklar Adası oldu. Bu adanın dünya üstünde kalbe en çok benzeyen yer olduğunu düşünüyorum. Adada kimse yaşamıyor fakat sanırım bundan sonra aşıkların mekanı olacak" diye konuştu. Adriyatik Denizi'nde yer alan ada, yaklaşık 108 bin metrekare.

Aşk Adası

Aşk Adası
Adanın sahipleri, adalarının kalbe benzediğini bilmiyorlardı, ta ki Google Earth keşfedene kadar.

DailyMail gazetesinin haberine göre; Hırvatistan yakınlarında bulunan Galesnajk Adası'nın şekli tıpa tıp kalbe benziyor.


Adanın sahibi Vlado Juresko, "Bu ada bize büyüklerimizden kalmıştı. Ama Google Earth'de şeklini görünce gözlerime inanamadım. Artık adanın adı Aşıklar Adası oldu. Bu adanın dünya üstünde kalbe en çok benzeyen yer olduğunu düşünüyorum. Adada kimse yaşamıyor fakat sanırım bundan sonra aşıkların mekanı olacak" diye konuştu. Adriyatik Denizi'nde yer alan ada, yaklaşık 108 bin metrekare.

Bir Satanistin Anıları


Bir Satanistin Anıları

13 yaşında satanizmle tanışan D.Ç. 5 yıl boyunca kedi kanı içilen korkunç ayinlere katıldı, eroin kullandı. ‘‘Kábus gibi’’ dediği bu yaşamdan 5 ay önce kurtulan genç kız, satanizmi anlatıyor.

Erzincan'dan 11 yıl önce İstanbul'a gelen lokantacı İbrahim Ç., sinir hastasıydı. İşi bırakmak zorunda kaldı. Eşi Cemile Ç. evlere temizliğe giderek kazandığı parayla evi geçindiriyordu. Annesinin zor şartlarda çalışmasına dayanamayan D.Ç., Kartal Yavuz Selim İlköğretim Okulu 5'inci sınıftan diplomasını alır almaz, banyo malzemeleri üreten bir fabrikada işçi olarak çalışmaya başladı. Evleri huzursuzdu. Babası sinir krizleri geçiriyordu. D. eve gitmek istemiyordu. Daha 13 yaşındaydı. Evden uzaklaşıp yeni arayışların peşine düşen D.Ç., fabrikada tanıştığı arkadaşı K.'yla bazı günler mesai bitimlerinde Kadıköy Akmar Pasajı'ndaki barlara gidiyorlardı. Burada farklı insanlarla tanışan D., uyuşturucu hap kullanmaya, bir süre sonra da eroin çekmeye başladı. D. adını vermekten çekindiği satanist grubu ‘‘B.’’nin, 22 yaşındaki liderinin, ‘‘İnsanlardan uzaklaşmak istiyorsan sana sahip çıkarız. Biz farklı şeyler yapıyoruz’’ sözleriyle satanizme merak salmış. D. ‘‘Hayatımı bu kadar b...tan hale getireceğini bilseydim hiç bulaşmazdım bu pisliğe. Bunalımdaydım, ailemden kopmak istiyordum’’ diye pişmanlığını dile getiriyor. D. her ayın 23'ünde, Kadıköy'de terk edilmiş bir evde buluşan gruba katılıp, satanizm hakkında bilgi edinmeye başlamış. ‘‘23'ün özel bir anlamı yok. Sadece bizim grubun buluşma tarihiydi’’ diyor.


KUTSAL İÇKİ KEDİ KANI


5 karanlık yıl içindeki dehşet dolu günleri anımsarken bakışları donuklaşan, tüylerinin diken diken olduğunu söyleyen 18 yaşındaki D., ‘‘Dehşet vericiydi’’ dediği anları şöyle anlatıyor:


‘‘Yaklaşık 10 kişi, sabah erken saatlerde buluşup, akşama doğru ayrılıyorduk. Harabenin bir köşesinde sürekli ateş yanar, liderimiz onun yanında ihtişamlı bir sandalyede otururdu. Şeytan hakkında o kadar çarpıcı şeyler anlatırdı ki artık benim için sadece şeytan vardı. Herkes simsiyah giyinir, ağırlıklı olarak Metallica parçaları çalınırdı. Kendimizi dağıtabilmek için de eroin içerdik. Bazıları bileklerini jiletle kesip, kendi kanlarını içiyor, şeytana yakın olmak için birazını da ateşin üzerine akıtıyorlardı. Kediyi düşman olarak görüyorduk. Bu yüzden de her ayinde bir kedi kurban ediyorduk. Harabenin ortasına çizip, etrafına mumlar koyduğumuz, satanistlerin simgesi Pentegram Yıldızı'na bağladığımız kedilerin, bıçakla karınlarını sonra da boğazlarını kesiyorduk. Kanını da alnımıza sürüp, birazını da içiyorduk. Bu bizim kutsal içkimizdi.’’


KAÇARSAN ÖLÜRSÜN


D.Ç. bu ortamdan kopmak için çok çaba sarf etmiş. Bir keresinde, gruptaki arkadaşlarına ayrılmayı düşündüğünü söyleyince, ‘‘Kaçışın ölümün olur’’ sözlerini işitmiş. ‘‘Çaresiz devam ettim. Ölüm korkusu vardı’’ diyor. Satanizmden kopup ölümü göze aldığı anda, Ülkem Çocukları Derneği Başkanı Murat Çuhadar'la tanışmış. Derneğin faaliyetlerine katılmaya başlayınca ayinlere gitmez olmuş. İki haftadır, 200 milyon lira aylık ücrete anlaştığı, bir oto galerisinde satış görevlisi olarak çalışıyor. Ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitirip, üniversiteye de girmeyi kafasına koymuş. Tek korkusu, ayrıldığı satanist grubun izini bulması..

18 Şubat 2010 Perşembe

Brezilya, ilginç bir ülke!

Brezilya, ilginç bir ülke!

*Kesme şekerin hiç üretilmediğini ve kullanılmadığını,

*Sinemalarda biletle beraber koltuk numarasının verilmediğini, bu yüzden iyi yer kapmak için yarım saat önce giriş kapısının önünde kuyruk oluştuğunu,

*Uçaktan inince uçağın kapısından hava limanına kadar yüründüğünü, otobüs ile servisin hiç olmadığını bazen körüklere yanaşıldığını,

*Voleybolun bile el hariç olmak üzere ayak-kafa-göğüs karışımı oynandığını,

*Sinemada film izlerken arkadaşlarınızla sohbet etmenin ve yerinizden kalkıp gidip içecek-yiyecek almanın serbest olduğunu,

*Birilerine seslenirken ıslık kullanmanın nezaket gereği olduğunu,

*En kuzeydeki kent ile en güneydeki arasında 5.000 km olduğunu,

*Kullanılan dilin Portekizce olduğunu ve kalabalık nüfus nedeniyle Portekizcenin dünyada en çok kullanılan dillerden biri olduğunu,

*Coco bitkisinin suyunun normal sudan daha fazla tüketildiğini,

*Birinde yemeklerin kilo ile satıldığı diğerinde sabit ücretle limitsiz yemek yenebilen iki tip restaurant bulunduğunu,

*Kafelerde bir fincan için ödediğiniz para ile marketten 1 kilo taze çekilmiş alabileceğinizi,

*Kahvaltıda kızartılmış peynirin normal peynirden daha fazla tüketildiğini,

*Cola firmalarının yerel bir içecek olan guarana ile rekabet edemediklerini,

*Goyaba, Maracaju, Manga, Coco, Caja, Laranja, Apexi, Uva gibi 72 çesit bilmediğimiz meyvenin var olduğunu,

*Mafyanın sokaklarda oynattığı lotaryanın devletin sayısal lotosundan daha fazla ilgi gördüğünü ve bu mafyanın bugüne kadar tüm ikramiyeleri ödediğini,

*İlk öğretim ve lisenin 3 vardiya yapıldığını yani gece okula giden ilkokul öğrencilerinin var olduğunu,

*35 milyonluk nüfusu ile Sao Paulo şehrinin dünyanın en kalabalık kentlerinden biri olduğunu,



*Hatırı sayılır petrol rezervi ve üretimi olmasına rağmen tek bir rafinerinin olmadığını,

*Pasifik okyanusu kıyısında , sahilde kumsala 10-15 metre mesafede oluşan dalgaların dev gemileri bile alabora edebilecek kadar güçlü olduğunu,



*Her sabah saat 06-07 arası şiddetli yağmurun yağdığını, şehri bir güzel temizlediğini daha sonra pırıl pırıl bir havanın açtığını,

*Rio carnavalı hazırlıklarına 6 ay önceden başlanıldığını, gösteriye katılan 10.000 katılımcının 1001 renkte hazırlanmış 30.000 değişik kostümü giydiğini ,

gösterilerin dört gün boyunca saat 20:00'de başladığını ve sabah 07:00'ye kadar sürdüğünü,

*Hap seklinde olan diyet şeker tabletleri yerine doğal ve kalorisi olmayan bir bitkinin suyunun kullanıldığını,

*Bankamatiklerden 22:00'den sonra güvenlik sebebiyle para çekilemediğini,

*Bizde sadece iş adamlarının ve büyük meblağlar için kullandıkları banka çeklerinin 7 yaşındaki bir çocuğun bile bakkaldan çikolata alırken kullandığını,

*Seyyar satıcı sayısının en fazla olduğu ülkelerden biri olduğunu ve yukarıda bahsedilen çekleri bile kabul ettiklerini,

*Dünyanın en uzun havaalanı pistinin Rio de Janeiro'da olduğunu, uçakların iniş ve k için karada 15-20 dakika otobüsle seyahat ediyormus gibi yol kat ettiklerini,

*Çayın hemen hemen hiç bulunmadığını,

*Türkiye'deki içli köftenin aynısının bütün lokantalarda kolayca bulunabileceğini,

*Gece saat 24:00'den sonra kırmızı ışıkta duran arabalara ceza kesildiğini,

*Yerleşim alanı içerisinde 100 metre , kırsal alanlarda 1 km aralıklarla ankesörlü telefon bulundurmanın Anayasanın temel maddelerinden biri olduğunu..... ....

Dev Kadın'ın Sonu

Dev Kadın'ın Sonu

Dünya şimdi Kafkaslar'da bundan sonra olacakları tartışıyor. Amerikan halkı ise Sandy Allen'ı konuşuyor. "Dev kadın" Sandy Allen'ın 53 yaşında ölmesi herkesi şaşkına çevirdi.

*
Dünyanın en uzun boylu kadını öldü. 2.31 metre boyuyla dünyanın en uzun kadını olan Sandy Allen (53), Abd'nin Indiana eyaletindeki bir bakım evinde öldü. Kan zehirlenmesi, şeker, nefes alma problemi ve böbrek yetersizliği ölüm nedenleri arasında sayıldı.

Arkadaşı Rita Rose, 53 yaşındaki Sandy Allen'in doğum yeri olan Shelbyville kasabasındaki huzurevinde öldüğünü söyledi. Rita Rose, şeker hastalığıyla beraber sürekli kanla ilgili sorunu olan, nefes almada güçlük çeken ve böbrek rahatsızlığı olan arkadaşının birkaç ay önce hastaneye kaldırıldığını belirtti.
Guinness Rekorlar Kitabı yetkilisi Damian Field, kendi kayıtlarına göre Sandy Allen'in dünyanın en uzun kadını olduğunu söyledi.Bazı internet siteleri ise dünyanın en uzun kadını olarak Çin'den 36 yaşındaki Yao Defen adlı, 2 metre 36 santimetre boyunda olduğu bildirilen kadını gösteriyor.


















3 yaşında tanrıça!

3 yaşında tanrıça!

Nepal'de 3 yaşındaki bir kız çocuğu, ülkenin yeni "yaşayan tanrıça"sı (Kumari) oldu.
Matina Şakya adlı kız çocuğu, gelecek 7-8 yıl daha sürdüreceği "yaşayan tanrıça" unvanını aldı.

Matina, ergenlik çağına gelen ve artık tanrıçalığı bırakması gereken 11 yaşındaki Preeti Şakya'nın yerine geldi.

Nepal'de Budist rahipler, Katmandu vadisinden 3 ya da 4 yaşlarındaki kız çocuklarını "yaşayan tanrıça" olarak seçiyor ve bu çocuklar ergenliğe kadar tapınakta "kumari" olarak yaşıyorlar.

Yaşayan tanrıçalara hem Budistler hem de Hindular tapıyorlar. Bu tanrıçalar 2 ila 4 yaşlarındayken, birçok sınavdan geçerek seçiliyorlar. Kumarilerin mükemmel bir tene, saça, gözlere ve dişlere sahip olması, vücutlarında herhangi bir leke veya yara bulunmaması ve karanlıktan korkmamaları gerekiyor.

Ölümle ilgili ilginç bilgiler

Ölümle ilgili ilginç bilgiler

İlk ölüleri toprağa gömme işlemi, İspanya’nın Atapuerca bölgesinde 350 bin yıl öncesine kadar dayanıyor.

Bütün ölümlerin temelinde oksijen eksikliği yatar.

Ölümün ilk üç gününde enzimler yemeğe başladığınız gibi sindirilmeye devam ediyor. Parçalanan hücreler bağırsaklarda yaşayan bakterilerin yemeği oluyor.

ABD’de gömülen cesetler, toprağa her yıl ortalama 3 milyon litre sıvı bırakıyor.

Bİr İsveç şirketi, cesetleri çeşitli kimyasal maddelerle donduruyor. Ceset, bir tüpün içinde 6 ila 12 ay arasında ayrışıyor ve tamamen yok oluyor. Böylece çevreye zarar verilmediğini iddia eden şirket, buna ‘ekolojik defin’ diyor.

Hindistan’dakİ Zerdüştler, cesetleri akbabaların yemesi için açık alana atıyor.

İngiliz Kraliçesi Victoria’nın kocası Prens Albert, bornozu ve elinin alçısıyla gömülmek için ısrar etmişti.

Madagaskar’da aileler akrabalarının kemiklerini çıkarıp törenle köyün etrafında dolaştırıyor. Daha sonra da kemikler yeni bir kefene koyulup yeniden gömülüyor. Eski kefen, yeni evlenene veriliyor veya çocuğu olmayanların yataklarına seriliyor.

19′uncu yüzyılda Mısır’da demiryolu inşaatı yapan şirket, mumyaları lokomotiflere yakıt olarak kullandı. Böyle büyük tasaruf yaptılar.

İngİlİz filozof Francis Bacon, tavuğu dondurmak istedi. Tavuğun içini karla dolduran Bacon, soğuktan hastalığa yakalandı. 1926 yılında da zatürreeden hayatını kaybetti.

Embriyonik gelişim döneminde organların oluşumunda bazı hücreler ihtihar ediyor. Eğer bazı hücreler ölmeseydi, ördekler gibi taraklı ayaklarla doğardık.

1907 yılında Massachussettsli bir doktor, özel bir ölüm döşeği tasarladı. Sonra da insan vücudunun ölüm anında 21 gram kaybettiğini rapor etti. Bu nedenle ruhun 21 gram tuttuğu varsayılıyor.

ABD’de insanların yüzde 80′i hastanede ölüyor.

ABD’NİN New York kentinde cinayet kurbanından çok intihar eden insan var.
İnsanlığın başlangıçından beri 100 milyar insanın öldüğü sanılıyor. (kaynak:webhatti.com

30 Yıl Hiç Durmadan Saçını Yoldu

30 Yıl Hiç Durmadan Saçını Yoldu



Robina Hutchings, 10 yaşında iken saçlarını yolmaya başladığında, ailesi onu psikyatra götürdü ama doktorlar bu durumun gelip geçici bir durum olduğunu söyledi.

Ancak saç yolma adeti zaman içinde hiç geçmedi ve Hutchings 13 yaşına geldiğinde bir dazlağa döndü. Aradan 27 yıl geçti, kadın 40 yaşına bastı ama bir türlü kendini durduramadı.

Hutchings'ın rahatsızlığının adı tıpta "trichotillomania" olarak geçiyor. Kendini kontrol edemeyen kadın, bazen kaş ve kirpiklerini bile yoluyor.

Hutchings'i hastalığı yüzünden 4 çocuğunun babası olan eşi ve daha sonraki iki sevgilisi terk etti. En sonunda, müşteri temsilcisi olarak çalıştığı firma, onun bu haliyle müşterileri ürküttüğünü söyleyerek işine son verdi.

Çaresiz kadının imdadına Londra'da saç dökülmesi ile ilgilenen bir klinik yetişti.

Merkezi işleten doktor Lucinda Ellery, protez saçlarla meseleyi halletti.


LONDRA

Beyin sağ ve sol loblarının çakışması :)

Beyin sağ ve sol loblarının çakışması
ayağa kalkıp sağ ayağınızı biraz kaldırıp saat yönünde dairesel çevirirken sağ elinizle havaya 6 rakamı çizmeyi deneyin...

bakalım kim yapacak

Balmumundan Ölüler Müzesi (2) Devamı









Bu resim küçültülmüştür. Orijinal boyutlarda (600x400) görüntülemek buraya için tıklayın.

















Bu resim küçültülmüştür. Orijinal boyutlarda (600x459) görüntülemek buraya için tıklayın.
















Bu resim küçültülmüştür. Orijinal boyutlarda (600x400) görüntülemek buraya için tıklayın.



Bu resim küçültülmüştür. Orijinal boyutlarda (600x400) görüntülemek buraya için tıklayın.