' HOŞGELDİNİZ '

HOŞGELDİNİZ buradan ayrılamayacağınızı temenni ederim iyi eğlenceler...


Bu Blogda Ara

24 Şubat 2010 Çarşamba

Çağının ötesinde sıradışı bir hükümdar: Sultan 2. Mehmed'in Sanat anlayışı

Çağının ötesinde sıradışı bir hükümdar: Sultan 2. Mehmed'in Sanat anlayışı

Sultan 2. Mehmed’in, büyük Rönesans üstadlarından Michelangelo'yu Topkapı Sarayı’na davet ettiği ve bu davetin memnuniyetle kabul edildiği biliniyor; lakin, bu büyük üstadın ziyareti Papa 5. Nicolas’nın müsadesine takılmış ve gerçekleşememişti. (De Osa, 1982) Yine de aynı dönemin ünlü ressamı Gentile Bellini (Fatih’i resmeden ilk ressamdır) ve madalyon sanatçısı Costanza Di Moysis ( Costanzo Di Ferrara olarak da bilinir) sarayda ağırlanmışlar ve 2.Mehmed tarafından patronize (himaye) edilmişlerdir. Fatih’in batının yaşam tarzına ve sanatına olan ilgisini örneklendirmeye devam edeceğim, ama şimdi şu soruyu sormak gerekiyor: Böylesine büyük bir ‘müslüman’ hükümdarın, İslami inanışın yasakladığı aktivitelere olan ilgisi nereden kaynaklanıyordu?


(1480) Gentile Bellini'nin 'Sultan Fatih' portresi tipik bir Rönesans eseridir. Üzerinde bulunan 7 adet taç, Fatih'in 7. Osmanlı padişahı olduğunu simgeliyor. Bugün Londra Ulusal Galerisi'sinde sergileniyor

'Fatih'leşme Sürecinde Şehzade Mehmed
Osmanlı başkenti Edirne'de doğan (Adrianople) Mehmed, yaşamının sultan olmadan önceki bölümünü sırasıyla Amasya, Manisa ve İzmir'de eğitim görerek geçirdi. Geleneksel olarak Arapça ve Farsça-ki bu dil dönemin seçkinlerine hitap eden bir edebiyat diliydi-eğitim görsede Kuran'ı güçlükle ezberleyebilen Mehmed’in Latinceye olan ilgisi hocaları tarafından not edilmiştir. Aynı dönemden diğer bir anekdot ise; genç sultanın kutsal logolar (Antik Yunan felsefesinde kainatı tertipleyen kutsal emir) ve insanın kutsallığı hakkında heterodoks sayılan (din dışı, dine aykırı) fikirler yayan Hurufi derviş misyonerlere yakınlığıdır.(bknz:Hurufilik) Bu durumu fark eden babası-Sultan 2.Murad-tespit edilen misyonerleri kanlı şekilde ortadan kaldırtmıştır. (Raby, 1982) Mehmed ayrıca hayatını araştıran akademisyenlere iki önemli ipucu daha bırakmıştır. Bunlardan birincisi ders notlarıdır: Mehmed medresede eğitim gördüğü dönemde standart ders notlarını kaydettiği kağıtlara, ‘cross-hatching’ (Avrupa’da Rönesans sanatçıları tarafından uygulanan bir çizim tekniği) tekniğiyle insan ve hayvan portreleri çizmiştir. Bu genç adamın, yaşadığı ülkede bilinmeyen bir resim formatını yine bilinmeyen bir teknikle icra etmesi O’nun yalnız garp medeniyetlerine olan merakına ve o medeniyetlerin kendisi üzerindeki etkisine değil, global ölçülerde gözlemci niteliğine ve geniş vizyonuna da işaret ediyordu elbette...


Genç sultanın portre 'deneme' leri batı sanatına olan ilgisini belgeler nitelikte. Eserler bugün Topkapı Saray Müzesi'nde sergilenmektedir


1453 ve sonrası

Yeryüzünde bin yıldan fazla hüküm süren Bizans İmparatorluğu'nun doğudaki son parçası Constantinople'yi alması, Sultan 2. Mehmed'e henüz 21 yaşında 'Fatih' (the Conqueor) ünvanını kazandırmıştı. Dünyayı değiştiren bu olay, Osmanlı halkında ve sosyal yaşantıda da önemli değişimlere/gelişimlere ön ayak olacaktı. İstanbul’un fethi; Osmanlıların metropolitan Bizans kültürü ile tanışmaları ve etkileşimde bulunmaları suretiyle, birçok anlamda ufuklarının genişlemesini sağlayacaktı. İşte tam bu noktada Sultan 2.Mehmed ikinci ipucuyla ortaya çıkmaktadır: Rönesans sanatçılarına gönderdiği davet mektupları..!! Sultan, ganimet olarak ele geçirilen Bizans İmparatorluğu’nun bilgi ve belgelerinin incelenmesi sırasında, imparator John 8.Palaeologus’un çehresinin madalyon üzerine işlendiği birtakım eserlerle karşılaşmıştır. Hayran kaldığı bu eserlerde kendisinin de temsil edilmesini isteyen sultan, İtalya’ya gönderdiği mektuplarda; bu sanatçıları, patronize edildikleri krallardan Osmanlı ülkesine göndermelerini buyurmuştur. Nihayet Costanzo Di Moysis, Napoli Kralı Ferdinand tarafından kesin olarak bilinmeyen bir tarihte İstanbul’a gönderilmiştir. (o yıllarda İtalya-İstanbul yolculuğu ortalama 3 ayda tamamlanıyordu) Böylece Sultan Fatih, madalyon üzerinde temsil edilen ilk ve tek müslüman hükümdar oluyordu.


Sultan Fatih'in hayrankaldığı söz konusu madalyonda John 8. Palaeologus
Ünlü ressam Gentile Bellini ise ‘Sultan Portresi’ ile ilk kez bir Osmanlı sultanını resmedilmiş kılıyordu, ancak, sultanın Bellini’den birtakım farklı istekleri de vardı. Kendisinden, ‘hıristiyan relikleri’ koleksiyonuna dahil etmek üzere Meryem ve oğlu İsa başlıklı bir çalışma ele almasını buyurmuştu. (bknz:Madonna and Child) Koleksiyondaki diğer parçalar arasında mermer heykeller, kral taçları, somaki lahitleri, kutsal Doğu Roma relikleri, Roma imparatorlarının heykel temsilleri, Yunanca ve Latince el yazmaları bulunmaktaydı. (Necipoğlu,2000)



Bugüne kadar 'Meyrem ve İsa' konulu sayısız eser ele alınmıştır. Bu resmi diğerlerinden ayıran özelliği bür müslüman hükümdarın emriyle yapılmış olmasıdır

Sultan Fatih’in, saray içinde Venedikli ve Fiorentinalı sanatçılar için bir atölye oluşturduğu biliniyor. Böylelikle Sultan, Topkapı Sarayı’nı İtalyan stiliyle tanzim ve tertip ettirmiş oluyordu. Topkapı Sarayı’nın bir çok mekanı o dönemde oluşturulmuş olup Fatih’den sonraki 400 yıl boyunca hiçbir ciddi değişikliğe gidilmemiştir. O’nun döneminde saray ‘cennet bahçesi’, ‘fantaziler dünyası’ gibi birtakım sıfatlar edinmiştir. Bu atölyelerin oluşturulmalarının bir diğer amacıysa; devşirme müslüman zanaatkarların eğitilmeleri olmuştur. Bu kapsamda ressam Sinan ve Şiblizade Ahmet, mimar Sinan-ı Atik (eski adı Christodoulos) gibi ustalar saraya hizmet vermeye hazır hale getirilen kişilerdir. Hatta atölyedeki Avrupalı sanatçıların sultana ‘Roma İmparatoru’ şeklinde hitap ederek bir anlamda dalkavukluk ettikleri de kaydedilmiştir. (Necipoğlu, 2000)


(1480) İtalyan sanatçılar tarafından eğitilen müslüman devşirme sanatçı Şiblizade Ahmet tarafından yapılan eser, 'cross hatcing' tekniğinin mükemmel örneklerindendir. Sultanın kokladığı görülen gül; saltanat, güç, sonsuzluk gibi bir takım simgelerin külliyatıdır. Dikkat edilmesi gereken diğer bir noktaysa oturuş şeklidir: Bağdaş kurarak oturmuş şekilde resmedilmek yalnız sultanlara mahsustur. Eser bugün Topkapı Saray Müzesi'nde ziyarete açıktır.

Bunlar olurken, önemli bir gelişme daha yaşanıyordu: Sultan, kendi adına anıtsal bir cami yaptırmak istiyordu: Fatih Camii Külliyesi. Bu külliyenin yapımı için Sinan-ı Atik’in yanısıra Bolognalı ünlü mimar ve mühendis Filarete’yi görevlendiriyordu. Külliye ortadoks inançların tamamen dışında ve tam bir evrensellik simgesi olarak inşaa edilecekti. Sultan, Ayasofya’nın (eski adı Santa Sophia) mimari stilinin, o günün modern yapı anlayışına uygun şekilde replike edilmesini istiyordu. Yapının simetrik oluşumu, Filarete’nin Milan’da yaptığı Ospedale Maggiore den öykünmeydi. Bunun yanısıra Sultan, Filarete’nin ‘Avrupai’ tarzda yıldız şeklindeki ‘Büyük Kale’ projesini de hayata geçirmişti. 20 yıldan biraz daha uzun bir süre boyunca İstanbul’da, dünyanın Donjon of Coucy’den sonraki en büyük kalelerini yaptırmıştır. (Rogers, 2005)


1470 yılında yine bir İtalyan sanatçı tarafından yapılan oyma işi 'EL Gran Turco' adlı portre ( büyük Türk) son derece ilginçtir. Sultan Fatih bu kez bir korsana benzetilmiştir, şapkası normal şartlarda asla müslüman bir hükümdarın temsilinde kullanılamaz zira. Bazı akademisyenler şapkanın üzerindeki ejderhanın 'Avrupa'nın belalısı' oluşunu simgelediğini düşünürler. Eser Staatliche Museum zu Berlin'de sergilenmektedir


Sultan Fatih’in Patronajı
Elbette Fatih, yalnız koleksiyonları konusunda değil, patronize ettiği sanatçılar konusunda da eklektik bir dünya görüşüne sahipti. Bu noktada Sultanın karanlık yüzü ortaya çıkmaktadır: Fatih Camisi Külliyesi’nin yapımı ile ilgili memnuniyetsizliği nedir bilinmez ama, Sinan-ı Atik bu memnuniyetsizliğin kurbanı olmaktan kurtulamamıştır. Sultanı memnun ettiği dönemlerde ödüllendirilen sanatçıların, ilk başarısızlıklarında ölümle cezalandırıldıkları bilinen bir gerçektir. Bu özelliğiyle Sultan Fatih kötü bir şöhret edinmiştir. Her ne kadar Bellini ve Costanzo memnuniyet verici hizmetlerinin karşılığını sultanın kendilerine ihsan ettiği ‘şovalye’ ünvanıyla alsalar da, bazı gayrimüslim sanatçıların ortadan kaybolmaları, ülkelerine dönememeleri infaz edildiklerini düşündürmektedir. Bellini ve Costanzo’nun maneviyatına paha biçilmez bu ünvanın yanısıra türlü maddi zenginlikle memleketlerine döndükleri de atlanmamalıdır. (Raby, 1982)


Costanzo'nun Sultan Fatih'i Antik Yunan tanrısı olarak betimlemesi ancak sultanın izni yada emriyle mümkün olabilirdi. Anlıyoruz ki Sultan Fatih bu şekilde temsil edilmekten memnun olmuş. Ön yüzde genç bir adam görüntüsü, arka yüzdeyse elinde gücü ve sonsuzluğu simgeleyen bir meşale tutan sultan yere uzanmış görünmektedir. Madalyonun etrafında 'büyük ve hayranlık uyandıran Türk hükümdar' yazmaktadır. Eser bugün The Ashmolan Oxford müzesinde sergileniyor


Koleksiyonlara ne oldu?

Sultan Fatih’in İslami inançlarla bu derece ters düşmesi oğulları tarafından, haklı ya da haksız, acımasızca eleştirilmesine ve suçlamalara maruz kalmasına sebep olmuştur. Örneğin Sultan 2.Bayezid babasını Hazreti Muhammed’e inanmamakla suçlar. Bunun bir suç olup olmadığı tartışıladursun, Fatih’in ne kültürel ne de dini kalıplara sığmayan estetik kaygısı sayesinde İstanbul dünyanın en güzel başkentlerinden biri haline getirmiştir. Konuyu başka bir yazıda detaylandırmak mümkün, ama şimdilik koleksiyonların kaçınılmaz akibetinden bahsederek veda edelim: Dindar bir sultan olarak ulemanın (din adamlarının oluşturduğu cemaat, halk üzerinde etkili oldukları bilinmelidir) desteğini arkasına alan Bayezid, tüm portre ve madalyaları, sanatçılarının ülkesine geri göndermiş, bir kısmını satmıştır. Bu eserleri, Fatih’ten sonra başa geçmesi muhtemel kişi olan kardeşi Cem Sultan’ın İtalya’dan İstanbul’a gelmesinin engellenmesi için rüşvet olarak gönderdiği de rivayet edilir.
Kaynaklar:
  • J.M. Rogers, "Mehmed the Conquerorv : Between East and West " , Bellini and the East, London, 2005, 80-97
  • J. Raby, " A Sultan of Paradox : Mehmed The Conqueror as the Patron of the Arts", Oxford Art Journal, 1982, 3-8
  • G. Necipoğlu, " Serial Portraits of Ottoman Sultans in Comparative Perspective", İstanbul, 2000, 22-61
  • De Osa, V., Sinan :The Turkish Michelangelo, New York, 1982
okuma önerisi: Coral, M., Işıkla Yazılsın Sonsuza Adım, İstanbul, 2008.

Bu kadın 1300 yaşında

Bu kadın 1300 yaşında



Peru'da kazı yapan arkeologlar İnka Uygarlığı'ndan da önce yaşayan bir kadının mumyasına rastladılar.


Huaca Puclina kazı bölgesinde uzun zamandır devam eden kazı çalışmaları sonucunda ortaya çıkan lahitlerin inka uygarlığı öncesindeki kabilelerin yaşadığı dönemlere ait olduğu belirtildi.

Arkeologlar yaptıkları kazı sırasında mumyalaşmış insan bedenlerine ulaştılar. Toplam 30 bedene ulaşan arkeologların ortaya çıkardığı son kadın mumyasının bütün şekliyle korunabilmiş olduğu ifade edildi.

Aynı bölgede daha önce de benzer mezarlar ortaya çıkardıklarını ifade eden Kazı yöneticisi Isabel Flores: 'Daha önce bulduğumuz insan bedenleri çok yıpranmış, delik deşik olmuş cesetlerdi. Hiç bu kadar bozulmamış ve bütün halde kalmış bir bedene rastlamamıştık.' şeklinde bir ifadede bulundu.

Bir kadın bedenine olduğu çok net biçimde algılanan kalıntının çok hassas bir çalışma sonucu ortaya çıkarıldığını belirten Flores, bulunan mumyayı önce ince kağıtlara sardıktan sonra hassas bir şekilde düz bir tahta zemin üzerine aldıklarını belirtiyor.

Hafta başında başka iki yetişkin mumyasına daha ulaştıklarını belirten kazının başka bir görevli uzmanı Miguel Angel durumu 'Böyle birşeyle karşılaşacağımı kesinlikle tahmin etmezdim. Bu kadın mumyasıyla ilk göz göze geldiğimde iri gözlerinden bir anda irkildim fakat daha sonra vücudunun alt kısmı da ortaya çıktığında gerçekten mumyanın bir doğa harikası olabileceğini düşünmekten kendimi alamadım' şeklinde yorumluyor.

Huaca Pucliana'da uzun süredir yoğun çaba harcadıklarını söyleyen Flores, küçük çocuk mumyalarının genellikle büyük yetişkin kadın mumyalarının yanıda yer almasını gelişmiş aile bağlarına bağlıyor ve modern Lima kentinin altında belki de buna benzer yüzlerce mezarın olabileceğini söylüyor

Erkeklerin ‘söz dinlemeyen’ kadınlara uyguladıkları şiddet yöntemleri

Erkeklerin ‘söz dinlemeyen’ kadınlara uyguladıkları şiddet yöntemleri

Bu fotoğraflara iyi bakın!

Bazı eyaletlerinde şeriat kurallarının hakim olduğu ve cehaletin kol gezdiği Pakistan’da kadın olmak çok zor. Erkeklerin ‘söz dinlemeyen’ kadınlara uyguladıkları şiddet yöntemleri arasında yüze kezzap atmak en yaygın olanı. Aşağıda fotoğrafları görülen kadınlar sadece kadın oldukları ve seslerini yükselttikleri için yobaz, cahil erkekler tarafından bu hale getirildi.


Fotoğraflar: Ass



Bu fotoğraflara iyi bakın!

IRUM SAİD


Şu anda 30 yaşında. Kezzapla yakıldığında 18 yaşındaydı. Evlenmeyi reddettiği erkek caddenin ortasında vücuduna kezzap attı. Kör oldu. Yüzü, sırtı ve omuzları yandı. Tam 25 kez ameliyat oldu ve ancak bu kadar düzelebildi.




Bu fotoğraflara iyi bakın!

ATİYE HALİL


3 yıl önce 13 yaşındayken komşularının yaşlı bir akrabası Atiye ile evlenmek istedi. Ailesi kabul etti. Ama Atiye daha küçük olduğunu belirtip bu isteği reddetti. Reddedilmeyi kendine yediremeyen erkek, Atiye’yi kezzapla yaktı.




Bu fotoğraflara iyi bakın!

NECEF SULTAN


5 yaşında uyurken babası tarafından yakıldı. Çünkü baba Pakistan’da değersiz olarak kabul edilen bir kız çocuk daha istemiyordu. Necef yaralarının iyileşmesi için 15 kez ameliyat oldu. Şu anda 16 yaşında 2 gözü kör ve yüzü iskeleti andırıyor.




Bu fotoğraflara iyi bakın!

SABİRE SULTAN


Şu anda 30 yaşında olan Sabire, kocası tarafından yakıldı. Kocası, bir kavga sonucunda Sabire’nin yüzüne kezzap attı. Sabire bu olayı yaşadığı zaman hamileydi. Bir başka deyişle hamile olması bile onu koca ?iddetinden kurtaramadı.




Bu fotoğraflara iyi bakın!

SAİRA LİYAKAT


Şu anda 26 yaşında olan Saira, 15 yaşındayken evlendirildi. Evliyken okula devam etmek, mezun olmak istedi. Ama kocası Saira’nın bu isteğini yüzüne kezzap atarak cezalandırdı. Saira eski fotoğraflarına bakarak avunuyor.




Bu fotoğraflara iyi bakın!

ŞAMİM AKTER 18 yaşındaki Şamim’in yüzüne, 3 yıl önce sokakta yürürken tanımadığı 3 erkek kezzap attı. Erkekler, bir kadının sokakta tek başına yürümesini şeriata aykırı bulmuşlardı. Bu yüzden de kendilerine göre Şamim’i kezzap atarak cezalandırmışlardı.

"Çırılçıplak evlilik olur mu?" demeyin. Oluyormuş.

"Çırılçıplak evlilik olur mu?" demeyin. Oluyormuş.

Hayalgücünün sınırları bu kadar zorlanabilir mi?

Japonlar bu konuda iddialı, işte bir gelinle damat bütün aileyi ikna edip çırılçıplak bir düğün yapmışlar.

Genciz, güzeliz şimdi soyunmassak bir daha ne zaman deyip, muhteşem gelinlik ve damatlık yerine anadan üryan misafirlerini karşıladılar.